Ankara Futbolu adına çok değerli büyüklerimizden biri olan Ziya Adnan beyin kaleminden çıkmış harika yazıyı paylaşmak istedim. Şansal Büyüka'nın "Galatasaray'ın yüzünden zarar ediyoruz" gibi futbolu paraya endeksleyen röportajı sonrasında endüstriyel futbol hakkında birşeyler yazmak istiyordum aslında ama usta kalemi konuşturmuş ve döktürmüş. Bana da sadece buraya kopyalamak düşer. Yazısını burada paylaşıyorum ama izin almadım kendisinden umarım yanlış yapmamışımdır. Yazıyı www.alkaralar.com sitesinden buraya kopyalıyorum. Buyrun efendim;
"Adı Patrick... 37 yaşında... Londra’nın merkez karakollarından birinde kriminolojist olarak çalışıyor. İyi bir sporcu Pat... Geçtiğimiz yılın Nisan ayında Londra maratonuna katılıp bitiş çizgisini göğüslemiş. En büyük tutkusunun Sheffield Wednesday olduğunu söylüyor. İngiltere’nin kuzeyinde, adını içinden geçen Sheaf nehrinden alan, 19. yüzyıldan günümüze adını çelik üretimi ile duyurmuş 534.500 nüfuslu tarihi bir şehrin takımı Sheffield Wednesday... 80’li ve 90’lı yıllarda Ada futbolunun en üst liginde mücadele etmiş. En son kupasını aldığı 1991 senesinden sonra kupa kazanamamış. Şimdilerde League One’da mütevazı mücadelesini sürdürüyor.
Patrick’e, “Neden Sheffield Wednesday?” diye soruyorum. “Babadan miras!” olduğunu söylüyor. Çok küçük yaşlarda babasının elinden tutup götürdüğü maçlardan dem vurarak, “Babamın bana aldığı o formayı hala saklarım...” diyor.
Geçtiğimiz sezon Championship’den düşerken evinde oynadığı maç başına 23.179 taraftar ortalaması, Pat ve onun gibilerin mavi-beyazlı takıma duyduğu sevgiyi anlatıyor.
Bu yazının yazıldığı saatlerde, Sheffield Wednesday League One’da (üçüncü lig) 16. sırada, kümede kalma savaşında ama 39.812 kapasiteli Hillsborough Stadı’nda oynadığı her maçında taraftarları onu yalnız bırakmıyor.
***
Adı Jon... 40 yaşında... O da Pat gibi kriminolojist... Doğu Londra’nın Dagenham semtinde dünyaya gelmiş. Küçük yaşlarda doğup büyüdüğü semtin takımına, Ada futbolunda “Çekicler” (The Hammers) olarak bilinen, zaman içinde nice yıldızları futbola kazandırmış West Ham United’a sevdalanmış. Bu yazının yazıldığı saatlerde Premier Lig’in 17.sırasında lige tutunmaya çalışıyor bordo-mavili takım. Jon’un çalışma masasının hemen yanıbaşında, duvarda asılı West Ham United’ın posterinin altında, takımın maçlarında söylenen o çok bilindik slogan göze çarpıyor: “I'm forever blowing bubbles, / Pretty bubbles in the air.”
Geçtiğimiz sezon West Ham United’ın Upton Park Stadı’ndaki taraftar ortalaması 33.370...
***
Adı Craig... 40’lı yaşlarda... Londra’nın merkez karakollarından birinde polis... Masasının üzerinde yer alan “MK Dons takımının posteri onun futbol sevdasını özetliyor. Kombine bileti olduğunu söylüyor ve takımın hiçbir maçını kaçırmadığını ekliyor. Geçenlerde bir sohbet esnasında, Şampiyonlar Liginin o unutulmaz maçına dair konuşmanın tam ortasında, yanındaki Arsenal taraftarına dönerek, “Siz hiç Rochdale’i dört farkla yendiniz mi?” sorusunu hatırlıyorum. Şampiyonluğa oynayan MK Dons’un deplasmanda Rochdale’i 4–1 yendiği maçtan sonraydı.
Arsenal–Barça maçı ne umurunda!
Bu yazının yazıldığı saatlerde, League One’da mücadele eden MK Dons’un geçen sezon evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 8.009…
***
Adı Barry... 30 yaşına yeni basmış... O da Craig gibi polis... Everton hastası... Liverpool şehrinin sakinlerine has kalın “scouse” aksanıyla, “Londra’da yaşadığım için Everton’un maçlarına gitmem zor oluyor. Ama mümkün olduğunca maç kaçırmamaya çalışıyoru,” diyor. Sezonluk bilet fiyatlarındaki artıştan yakınıyor bir ara. “Sezonluk biletin var mı?” diye soruyorum. “Çok küçük yaşlardan beri beri sezonluk bilet sahibiyim” diyor. Everton’un Goodison Stadı’nın yakınlarında dünyaya gelmiş Barry. “Babam artık yaşlandı, deplasmanlara gidemiyor ama Everton’un Goodison’da oynadığı hiçbir maçı kaçırmaz,” diye ekliyor.
Everton’un geçen sezon Goodison Stadı’nda oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 35.854...
***
Adı Tony... 28 yaşında... Ada futbolunun yaramaz çocuğu Millwall taraftarı... Bir zamanlar tersaneleri ile ün yapmış, şimdilerde eski ve yeninin birbirine karıştığı, Thames nehrinin hemen kıyısında yer alan tarihi Bermondsey semtinde yer alan köklü futbol takımı… Tony’nin masasının üzerinde duran Millwall posterinin altındaki “No one like us We Don’t care” (Kimseler sevmez bizi ama umurumuzda değil) cümlesi göze çarpıyor. Millwall, maçlarını 20.146 kapasiteli The New Den Stadı’nda, takımına ölesiye bağlı taraftarlarının önünde oynuyor; yakın gelecekte bir gün yine Premier Ligde boy göstermek umuduyla... “Son üç sezondur hiçbir maçını kaçırmadım,” diyor Bermondsey doğumlu Tony.
Bilmeyenler için belirtmeliyim, renkleri mavi-beyaz olan kulübün kuruluşu 1885 senesine dayanır ve günümüzde League One’da mücadele etmektedir.
Millwall’un geçen sezon evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 12.094…
***
Yukarda adı geçen futbol sevdalıları gerçektir. Küçük bir departmanda birlikte çalışanların futbola dair sevdalarının özetidir. Bu yazıya ilham olmuş yirmi kişiye sorduğum, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna aldığım 13 ayrı takımın taraftarlarının yanıtlarından bir kaçıdır: Arsenal, Chelsea, Fulham, Birmingham, Leeds United, Charlton Atlethic, Leyton Orient ve diğerleri...
O yüzden uzaklarda nüfusu bizden daha az bir ülkenin statları dolar taşar maç günleri. Championship’de oynayan Leeds United’ın kombine biletli taraftar sayısının, Beşiktaş ve Galatasaray’ın toplamından daha fazla olmasıdır üzerinde düşünülmesi gereken... Geçtiğimiz günlerde Championship’de oynanan QPR–Crystal Palace (18.116), Norwich City–Bristol City (24.428), Leeds United–Ipswich Town (27.432) maçlarındaki taraftar sayılarının toplamı her takımın kendi taraftarı için büyük olduğunu anlatır.
Bakmayın kimilerinin bizdeki durumu ekonomik dengelerle açıklamaya çalışmasına. Gerçek olan, ülkemde naklen yayıncı kuruluşun senelik üyelik bedelinin, çoğu Anadolu takımının kombine bilet bedelinden kat be kat fazla olduğudur. Ülkenin dört bir yanında takımlar boş tribünlere oynarken, kıraathaneler dolar taşar; patlama yapar dekoder satışları. Kendi şehrinin takımını tribünlerde desteklemek yerine, televizyon ekranları karşısında üç takımdan birini desteklemek bizim diyarlarda olağandır.
Geçenlerde oynanan İstanbul derbisinden sonra, yurdun dört bir yanında Fenerbahçe’nin zaferini halay çekerek karşılayan taraftarların görüntüsü yansıdı ekranlara. En batıdan, en doğuya; kimi yerde halay, kimi yerde kavga! Kaçı Şükrü Saraçoğlu Stadı’nı dünya gözüyle bir kez olsun görmüştür acaba? Oysa bir şehri tribünden sevmektir taraftarlık, ah bir anlasalar!
***
Sonra televizyon kanallarının birinde Şansal Büyüka anlatıyordu: Kötü giden sonuçlardan sonra binlerce Galatasaray ve Beşiktaş taraftarı dekoderlerini iade etmiş. Bu gelişme üzerine, naklen yayın haklarına büyük paralar yatıran yayıncı kuruluş kara kara düşünüyormuş. Kaybettikleri para çok büyükmüş. Vesaire vesaire…
Oysa koca bir ülkeyi üç takıma endekslemiş olmanın bedelidir ödenen. Tele-taraftarlık kültürü ile yoğrulmuş, takım sevgisi dekoder satışı ile ölçülen, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna verilecek cevabı büyük çoğunlukla üç şıkdan ibaret futbol nesillerinin hazin fotoğrafıdır. Ta en başından rekabetsizlikle lanetlenmiş, çocuklarını yedi tepeli bir şehrin abartılı futbol ninnileri ile büyüten nesillerin yazık hikâyesidir. Üçlü oligarşinin bir heyula misali üzerine çöktüğü, adalet, eşitlik, rekabetten yoksun kocaman bir futbol yalanıdır.
Oysa dekoder satışı ile ölçülemeyecek kadar değerlidir takım sevgisi...
Ve taraftarlık, sevinmek için sevmek değildir... "
Ziya Adnan
Patrick’e, “Neden Sheffield Wednesday?” diye soruyorum. “Babadan miras!” olduğunu söylüyor. Çok küçük yaşlarda babasının elinden tutup götürdüğü maçlardan dem vurarak, “Babamın bana aldığı o formayı hala saklarım...” diyor.
Geçtiğimiz sezon Championship’den düşerken evinde oynadığı maç başına 23.179 taraftar ortalaması, Pat ve onun gibilerin mavi-beyazlı takıma duyduğu sevgiyi anlatıyor.
Bu yazının yazıldığı saatlerde, Sheffield Wednesday League One’da (üçüncü lig) 16. sırada, kümede kalma savaşında ama 39.812 kapasiteli Hillsborough Stadı’nda oynadığı her maçında taraftarları onu yalnız bırakmıyor.
***
Adı Jon... 40 yaşında... O da Pat gibi kriminolojist... Doğu Londra’nın Dagenham semtinde dünyaya gelmiş. Küçük yaşlarda doğup büyüdüğü semtin takımına, Ada futbolunda “Çekicler” (The Hammers) olarak bilinen, zaman içinde nice yıldızları futbola kazandırmış West Ham United’a sevdalanmış. Bu yazının yazıldığı saatlerde Premier Lig’in 17.sırasında lige tutunmaya çalışıyor bordo-mavili takım. Jon’un çalışma masasının hemen yanıbaşında, duvarda asılı West Ham United’ın posterinin altında, takımın maçlarında söylenen o çok bilindik slogan göze çarpıyor: “I'm forever blowing bubbles, / Pretty bubbles in the air.”
Geçtiğimiz sezon West Ham United’ın Upton Park Stadı’ndaki taraftar ortalaması 33.370...
***
Adı Craig... 40’lı yaşlarda... Londra’nın merkez karakollarından birinde polis... Masasının üzerinde yer alan “MK Dons takımının posteri onun futbol sevdasını özetliyor. Kombine bileti olduğunu söylüyor ve takımın hiçbir maçını kaçırmadığını ekliyor. Geçenlerde bir sohbet esnasında, Şampiyonlar Liginin o unutulmaz maçına dair konuşmanın tam ortasında, yanındaki Arsenal taraftarına dönerek, “Siz hiç Rochdale’i dört farkla yendiniz mi?” sorusunu hatırlıyorum. Şampiyonluğa oynayan MK Dons’un deplasmanda Rochdale’i 4–1 yendiği maçtan sonraydı.
Arsenal–Barça maçı ne umurunda!
Bu yazının yazıldığı saatlerde, League One’da mücadele eden MK Dons’un geçen sezon evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 8.009…
***
Adı Barry... 30 yaşına yeni basmış... O da Craig gibi polis... Everton hastası... Liverpool şehrinin sakinlerine has kalın “scouse” aksanıyla, “Londra’da yaşadığım için Everton’un maçlarına gitmem zor oluyor. Ama mümkün olduğunca maç kaçırmamaya çalışıyoru,” diyor. Sezonluk bilet fiyatlarındaki artıştan yakınıyor bir ara. “Sezonluk biletin var mı?” diye soruyorum. “Çok küçük yaşlardan beri beri sezonluk bilet sahibiyim” diyor. Everton’un Goodison Stadı’nın yakınlarında dünyaya gelmiş Barry. “Babam artık yaşlandı, deplasmanlara gidemiyor ama Everton’un Goodison’da oynadığı hiçbir maçı kaçırmaz,” diye ekliyor.
Everton’un geçen sezon Goodison Stadı’nda oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 35.854...
***
Adı Tony... 28 yaşında... Ada futbolunun yaramaz çocuğu Millwall taraftarı... Bir zamanlar tersaneleri ile ün yapmış, şimdilerde eski ve yeninin birbirine karıştığı, Thames nehrinin hemen kıyısında yer alan tarihi Bermondsey semtinde yer alan köklü futbol takımı… Tony’nin masasının üzerinde duran Millwall posterinin altındaki “No one like us We Don’t care” (Kimseler sevmez bizi ama umurumuzda değil) cümlesi göze çarpıyor. Millwall, maçlarını 20.146 kapasiteli The New Den Stadı’nda, takımına ölesiye bağlı taraftarlarının önünde oynuyor; yakın gelecekte bir gün yine Premier Ligde boy göstermek umuduyla... “Son üç sezondur hiçbir maçını kaçırmadım,” diyor Bermondsey doğumlu Tony.
Bilmeyenler için belirtmeliyim, renkleri mavi-beyaz olan kulübün kuruluşu 1885 senesine dayanır ve günümüzde League One’da mücadele etmektedir.
Millwall’un geçen sezon evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 12.094…
***
Yukarda adı geçen futbol sevdalıları gerçektir. Küçük bir departmanda birlikte çalışanların futbola dair sevdalarının özetidir. Bu yazıya ilham olmuş yirmi kişiye sorduğum, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna aldığım 13 ayrı takımın taraftarlarının yanıtlarından bir kaçıdır: Arsenal, Chelsea, Fulham, Birmingham, Leeds United, Charlton Atlethic, Leyton Orient ve diğerleri...
O yüzden uzaklarda nüfusu bizden daha az bir ülkenin statları dolar taşar maç günleri. Championship’de oynayan Leeds United’ın kombine biletli taraftar sayısının, Beşiktaş ve Galatasaray’ın toplamından daha fazla olmasıdır üzerinde düşünülmesi gereken... Geçtiğimiz günlerde Championship’de oynanan QPR–Crystal Palace (18.116), Norwich City–Bristol City (24.428), Leeds United–Ipswich Town (27.432) maçlarındaki taraftar sayılarının toplamı her takımın kendi taraftarı için büyük olduğunu anlatır.
Bakmayın kimilerinin bizdeki durumu ekonomik dengelerle açıklamaya çalışmasına. Gerçek olan, ülkemde naklen yayıncı kuruluşun senelik üyelik bedelinin, çoğu Anadolu takımının kombine bilet bedelinden kat be kat fazla olduğudur. Ülkenin dört bir yanında takımlar boş tribünlere oynarken, kıraathaneler dolar taşar; patlama yapar dekoder satışları. Kendi şehrinin takımını tribünlerde desteklemek yerine, televizyon ekranları karşısında üç takımdan birini desteklemek bizim diyarlarda olağandır.
Geçenlerde oynanan İstanbul derbisinden sonra, yurdun dört bir yanında Fenerbahçe’nin zaferini halay çekerek karşılayan taraftarların görüntüsü yansıdı ekranlara. En batıdan, en doğuya; kimi yerde halay, kimi yerde kavga! Kaçı Şükrü Saraçoğlu Stadı’nı dünya gözüyle bir kez olsun görmüştür acaba? Oysa bir şehri tribünden sevmektir taraftarlık, ah bir anlasalar!
***
Sonra televizyon kanallarının birinde Şansal Büyüka anlatıyordu: Kötü giden sonuçlardan sonra binlerce Galatasaray ve Beşiktaş taraftarı dekoderlerini iade etmiş. Bu gelişme üzerine, naklen yayın haklarına büyük paralar yatıran yayıncı kuruluş kara kara düşünüyormuş. Kaybettikleri para çok büyükmüş. Vesaire vesaire…
Oysa koca bir ülkeyi üç takıma endekslemiş olmanın bedelidir ödenen. Tele-taraftarlık kültürü ile yoğrulmuş, takım sevgisi dekoder satışı ile ölçülen, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna verilecek cevabı büyük çoğunlukla üç şıkdan ibaret futbol nesillerinin hazin fotoğrafıdır. Ta en başından rekabetsizlikle lanetlenmiş, çocuklarını yedi tepeli bir şehrin abartılı futbol ninnileri ile büyüten nesillerin yazık hikâyesidir. Üçlü oligarşinin bir heyula misali üzerine çöktüğü, adalet, eşitlik, rekabetten yoksun kocaman bir futbol yalanıdır.
Oysa dekoder satışı ile ölçülemeyecek kadar değerlidir takım sevgisi...
Ve taraftarlık, sevinmek için sevmek değildir... "
Ziya Adnan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder