27 Mart 2011 Pazar

Dekoder ve Taraftarlık Üzerine... - Ziya Adnan

Ankara Futbolu adına çok değerli büyüklerimizden biri olan Ziya Adnan beyin kaleminden çıkmış harika yazıyı paylaşmak istedim. Şansal Büyüka'nın "Galatasaray'ın yüzünden zarar ediyoruz" gibi futbolu paraya endeksleyen röportajı sonrasında endüstriyel futbol hakkında birşeyler yazmak istiyordum aslında ama usta kalemi konuşturmuş ve döktürmüş. Bana da sadece buraya kopyalamak düşer. Yazısını burada paylaşıyorum ama izin almadım kendisinden umarım yanlış yapmamışımdır. Yazıyı www.alkaralar.com sitesinden buraya kopyalıyorum. Buyrun efendim;


"Adı Patrick... 37 yaşında... Londra’nın merkez karakollarından birinde kriminolojist olarak çalışıyor. İyi bir sporcu Pat... Geçtiğimiz yılın Nisan ayında Londra maratonuna katılıp bitiş çizgisini göğüslemiş. En büyük tutkusunun Sheffield Wednesday olduğunu söylüyor. İngiltere’nin kuzeyinde, adını içinden geçen Sheaf nehrinden alan, 19. yüzyıldan günümüze adını çelik üretimi ile duyurmuş 534.500 nüfuslu tarihi bir şehrin takımı Sheffield Wednesday... 80’li ve 90’lı yıllarda Ada futbolunun en üst liginde mücadele etmiş. En son kupasını aldığı 1991 senesinden sonra kupa kazanamamış. Şimdilerde League One’da mütevazı mücadelesini sürdürüyor.

Patrick’e, “Neden Sheffield Wednesday?” diye soruyorum. “Babadan miras!” olduğunu söylüyor. Çok küçük yaşlarda babasının elinden tutup götürdüğü maçlardan dem vurarak, “Babamın bana aldığı o formayı hala saklarım...” diyor.

Geçtiğimiz sezon Championship’den düşerken evinde oynadığı maç başına 23.179 taraftar ortalaması, Pat ve onun gibilerin mavi-beyazlı takıma duyduğu sevgiyi anlatıyor.

Bu yazının yazıldığı saatlerde, Sheffield Wednesday League One’da (üçüncü lig) 16. sırada, kümede kalma savaşında ama 39.812 kapasiteli Hillsborough Stadı’nda oynadığı her maçında taraftarları onu yalnız bırakmıyor.

***

Adı Jon... 40 yaşında... O da Pat gibi kriminolojist... Doğu Londra’nın Dagenham semtinde dünyaya gelmiş. Küçük yaşlarda doğup büyüdüğü semtin takımına, Ada futbolunda “Çekicler” (The Hammers) olarak bilinen, zaman içinde nice yıldızları futbola kazandırmış West Ham United’a sevdalanmış. Bu yazının yazıldığı saatlerde Premier Lig’in 17.sırasında lige tutunmaya çalışıyor bordo-mavili takım. Jon’un çalışma masasının hemen yanıbaşında, duvarda asılı West Ham United’ın posterinin altında, takımın maçlarında söylenen o çok bilindik slogan göze çarpıyor: “I'm forever blowing bubbles, / Pretty bubbles in the air.”

Geçtiğimiz sezon West Ham United’ın Upton Park Stadı’ndaki taraftar ortalaması 33.370...

***

Adı Craig... 40’lı yaşlarda... Londra’nın merkez karakollarından birinde polis... Masasının üzerinde yer alan “MK Dons takımının posteri onun futbol sevdasını özetliyor. Kombine bileti olduğunu söylüyor ve takımın hiçbir maçını kaçırmadığını ekliyor. Geçenlerde bir sohbet esnasında, Şampiyonlar Liginin o unutulmaz maçına dair konuşmanın tam ortasında, yanındaki Arsenal taraftarına dönerek, “Siz hiç Rochdale’i dört farkla yendiniz mi?” sorusunu hatırlıyorum. Şampiyonluğa oynayan MK Dons’un deplasmanda Rochdale’i 4–1 yendiği maçtan sonraydı.

Arsenal–Barça maçı ne umurunda!

Bu yazının yazıldığı saatlerde, League One’da mücadele eden MK Dons’un geçen sezon evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 8.009…

***

Adı Barry... 30 yaşına yeni basmış... O da Craig gibi polis... Everton hastası... Liverpool şehrinin sakinlerine has kalın “scouse” aksanıyla, “Londra’da yaşadığım için Everton’un maçlarına gitmem zor oluyor. Ama mümkün olduğunca maç kaçırmamaya çalışıyoru,” diyor. Sezonluk bilet fiyatlarındaki artıştan yakınıyor bir ara. “Sezonluk biletin var mı?” diye soruyorum. “Çok küçük yaşlardan beri beri sezonluk bilet sahibiyim” diyor. Everton’un Goodison Stadı’nın yakınlarında dünyaya gelmiş Barry. “Babam artık yaşlandı, deplasmanlara gidemiyor ama Everton’un Goodison’da oynadığı hiçbir maçı kaçırmaz,” diye ekliyor.

Everton’un geçen sezon Goodison Stadı’nda oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 35.854...

***

Adı Tony... 28 yaşında... Ada futbolunun yaramaz çocuğu Millwall taraftarı... Bir zamanlar tersaneleri ile ün yapmış, şimdilerde eski ve yeninin birbirine karıştığı, Thames nehrinin hemen kıyısında yer alan tarihi Bermondsey semtinde yer alan köklü futbol takımı… Tony’nin masasının üzerinde duran Millwall posterinin altındaki “No one like us We Don’t care” (Kimseler sevmez bizi ama umurumuzda değil) cümlesi göze çarpıyor. Millwall, maçlarını 20.146 kapasiteli The New Den Stadı’nda, takımına ölesiye bağlı taraftarlarının önünde oynuyor; yakın gelecekte bir gün yine Premier Ligde boy göstermek umuduyla... “Son üç sezondur hiçbir maçını kaçırmadım,” diyor Bermondsey doğumlu Tony.

Bilmeyenler için belirtmeliyim, renkleri mavi-beyaz olan kulübün kuruluşu 1885 senesine dayanır ve günümüzde League One’da mücadele etmektedir.

Millwall’un geçen sezon evinde oynadığı maçlarda taraftar ortalaması 12.094…

***

Yukarda adı geçen futbol sevdalıları gerçektir. Küçük bir departmanda birlikte çalışanların futbola dair sevdalarının özetidir. Bu yazıya ilham olmuş yirmi kişiye sorduğum, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna aldığım 13 ayrı takımın taraftarlarının yanıtlarından bir kaçıdır: Arsenal, Chelsea, Fulham, Birmingham, Leeds United, Charlton Atlethic, Leyton Orient ve diğerleri...

O yüzden uzaklarda nüfusu bizden daha az bir ülkenin statları dolar taşar maç günleri. Championship’de oynayan Leeds United’ın kombine biletli taraftar sayısının, Beşiktaş ve Galatasaray’ın toplamından daha fazla olmasıdır üzerinde düşünülmesi gereken... Geçtiğimiz günlerde Championship’de oynanan QPR–Crystal Palace (18.116), Norwich City–Bristol City (24.428), Leeds United–Ipswich Town (27.432) maçlarındaki taraftar sayılarının toplamı her takımın kendi taraftarı için büyük olduğunu anlatır.

Bakmayın kimilerinin bizdeki durumu ekonomik dengelerle açıklamaya çalışmasına. Gerçek olan, ülkemde naklen yayıncı kuruluşun senelik üyelik bedelinin, çoğu Anadolu takımının kombine bilet bedelinden kat be kat fazla olduğudur. Ülkenin dört bir yanında takımlar boş tribünlere oynarken, kıraathaneler dolar taşar; patlama yapar dekoder satışları. Kendi şehrinin takımını tribünlerde desteklemek yerine, televizyon ekranları karşısında üç takımdan birini desteklemek bizim diyarlarda olağandır.

Geçenlerde oynanan İstanbul derbisinden sonra, yurdun dört bir yanında Fenerbahçe’nin zaferini halay çekerek karşılayan taraftarların görüntüsü yansıdı ekranlara. En batıdan, en doğuya; kimi yerde halay, kimi yerde kavga! Kaçı Şükrü Saraçoğlu Stadı’nı dünya gözüyle bir kez olsun görmüştür acaba? Oysa bir şehri tribünden sevmektir taraftarlık, ah bir anlasalar!

***

Sonra televizyon kanallarının birinde Şansal Büyüka anlatıyordu: Kötü giden sonuçlardan sonra binlerce Galatasaray ve Beşiktaş taraftarı dekoderlerini iade etmiş. Bu gelişme üzerine, naklen yayın haklarına büyük paralar yatıran yayıncı kuruluş kara kara düşünüyormuş. Kaybettikleri para çok büyükmüş. Vesaire vesaire…

Oysa koca bir ülkeyi üç takıma endekslemiş olmanın bedelidir ödenen. Tele-taraftarlık kültürü ile yoğrulmuş, takım sevgisi dekoder satışı ile ölçülen, “Hangi takımı tutuyorsun?” sorusuna verilecek cevabı büyük çoğunlukla üç şıkdan ibaret futbol nesillerinin hazin fotoğrafıdır. Ta en başından rekabetsizlikle lanetlenmiş, çocuklarını yedi tepeli bir şehrin abartılı futbol ninnileri ile büyüten nesillerin yazık hikâyesidir. Üçlü oligarşinin bir heyula misali üzerine çöktüğü, adalet, eşitlik, rekabetten yoksun kocaman bir futbol yalanıdır.

Oysa dekoder satışı ile ölçülemeyecek kadar değerlidir takım sevgisi...

Ve taraftarlık, sevinmek için sevmek değildir... "

Ziya Adnan

25 Mart 2011 Cuma

Gençlerbirliği Sokağı!

 Facebook'ta amaçsız bir şekilde dolanırken tesadüfen çok değerli taraftar ağabeylerimden Murat Aykent'in profil fotoğrafı dikkatimi çekti. Tıklayıp baktığımda karşılaştığım manzara aynen üstteki fotoğraftır. Sabahın ilk ışıklarında aklım şaştı. Gençlerbirliği'nin taraftarının azlığını hep bir semt veya şehre aidiyet uyandırak ismi olmamasına bağlamıştık lakin artık bir sokağımız var. Murat Aykent ağabeyimizin objektifine yakalandığını düşündüğüm bu foto için bu saatlerde Murat ağabeyi bulamayacağımdan kendim şöyle inceden bir araştırdım ve altta sokağa ait google map uydu haritasını buldum.
Orjinal boyutu için resme tıklayınız.
Sokağımız maalesef Ankara'mızın uzağında ve pek haz etmediğimiz İstanbul'da. Zaten tabelanın sol üst köşesinde İstanbul Belediyesinin logosu bulunmakta. Fakat tam olarak adres isterseniz şöyle vereyim;

Kordonboyu Mahallesi, Kartal/İstanbul, Posta Kodu: 34860

Kartal Belediyesinden soruşturmak lazım aslında bu isim nereden geliyor diye. Ama beklemediğimiz bir cevap almak yerine sokağımızın olmasının tadını çıkarmak gerek gibi. Ankara'da yaşayıp İstanbul takımlarını tutanlara inat bu sokakta yaşayanlarda Gençlerbirliği'ni tutsa bizde İstanbullulara nispet yapmak için ufaktan başlasak ya =D. Adresi açık verdik gidip görenler olursa fotoğraflarla sokağımızı şöyle yakışıklı bir fotoğrafını çeksin =D.

Ümit Besen - Gençlerbirliği Marşı


Gençlerbirliği tarihinin ilk marşı olarak Ümit Besen ağabeyimiz tarafından yapılmış bu şarkı ilk kez dinleyenler için başta çok komik olabilir. Ümit Besen ismi olunca tarz takdir edersiniz ki o yılların modası taverna müziği şeklinde ve birazda hüzünlü. İlk dinlediğimde bende çok gülmüştüm ama Ümit Besen sanki bu yıllar için bestelemiş gibi gelmeye başladı bana. Son yıllarda küme düşme potasından kurtulamayan Gençlerbirliği'ni düşündükçe bu marşı dinleyip dinleyip efkarlanıyorum ne yalan söyleyeyim.

24 Mart 2011 Perşembe

Özledik!


En önde: Veysel Cihan

Soldan Sağa: Mustafa Gürsel - Okan Koç - El Saka - Ahmed Hassan

Gençlerbirliği'nin Kaleci Sorunu ve Kısa Dönemde ki Kalecilerinin Tarihi!

Gökhan Tokgöz sakatlandığında elimizde yetişmiş bu Slovakyalı iri cüssesine rağmen UEFA'da kalemizi başarıyla korudu.
 Son dönemlerde Gençlerbirliği'nde sıkıntılar tek bir alanda değil muhakkak ancak şu aralar taraftarlar arasında da en büyük tartışma konusu kaleci sıkıntımız. Şöyle geçmiş tarihe baktığımızda UEFA dönemindeki kalecilerimiz Damir ve Gökhan'dan sonra Gençlerbirliği kalesine geçen isimler çok beğenilmedi. UEFA'lı dönemde Yimpaş Yozgat küme düşmüş ve Ersun Yanal'ın isteğiyle Hagi'den yediği gol hala unutulmayan Gökhan Tokgöz Gençlerbirliği'ne gelmiştir. Gökhan'ın kaleciliği her daim tartışma konusu oldu belkide ancak şu gerçeği söylememiz gerekirse o dönemden bu döneme kadar en başarılı kalecimizde Gökhan Tokgöz oldu. Taraftar tarafından da inanılmaz bir kabul gören Gökhan'ın ismi kalemiz için anılmasa bile iyi dilekler ve sözlerle taraftarlar tarafından anılıyor. Ankaragücü'nü yendiğimiz maçta (ilk maçta yenilmiştik ve Ankaragücü aynısını yapmıştı) taraftarlara koşup tribünden aldığı bayrağı 19 Mayıs Stadının ortasına dikerek, Adem Dursun'un saldırısından nasibini almış ama tarafımızdan "Ulubatlı" ünvanını alıp kahraman olması onun bizim için özel biri olmasının ilk adımıydı. Gerek şansızlıktan, gerekse teknik direktör seçiminden yedek duruma düşse de taraftarlar gerçek Gençlerbirliği kalecisi olarak onu gördüler. UEFA'lı dönemin başlangıcı için o kadronun demirbaşıydı ancak dedik ya şansızlık diye UEFA ilk tur maçında Ankara'da Blackburn ile oynarken bir pozisyon sonrası kolunun üzerine düşüp maalesef kolunu kırdı ancak o dönem kalemizin ne kadar güvende olduğunun ispatlanmasına yardımcı oldu.
Ulubatlı Gökhan!
Ulubatlı Gökhan'ın sakatlanması kendi adıma konuşmam gerekirse kaleye daha önce hiç duymadığım, transfer haberini bile görmediğim Damir Botonjic isimli o iri cüsseli ama sevimli gözüken kaleciyi tanıttı bana. Zaten zor gözüken takımları çektiğimiz o UEFA döneminde Damir insanların kafasında bir soru işaretiydi. Ancak öyle bir performans sergiledi ki ilk devreyi kapatan Gökhan'ın elinden kaleyi tüm sezon boyunca aldı. Bu Slovak kaleci 18 yaşında 1999 senesinde ülkesinden bir Cavcav klasiği olarak koparılmış ve 2 sezon boyunca PAF takımımızla maçlarına çıkmıştı. Yani deyim yerindeyse elimizde büyümüş bir kaleciydi. Hantal görüntüsünün aksine Sporting Lizbon ve Parma maçlarında ki performansı ve kurtarışları hala aklımdadır. Daha sonra Gökhan'ın kaleyi tekrar alması ve kaleye bomba bir transfer derken Botonjic nasıl gitti, nereye gitti gelişini anlayamadığım gibi gidişinide hiç anlayamadım.

Milli Takım'ın yıllarca kaleciliğini yapsa da Gençlerbirliği'nde bekleneni veremedi.

Kaleye bomba transfer olarak düştü. Çünkü 2002 Dünya Kupasında 3. olan Türk milli takımının Rüştü'nün arkasında ki güvencesi Ömer Çatkıç yıllarca formasını giydiği Gaziantepspor'dan kopmuş ve bonservis ücreti ödenmeden, üstelik Beşiktaş'ın alsak mı almasak mı ikilemindeyken elinden kapılarak Gençlerbirliği forması giydirildi. Herkes olumlu bir transfer olarak gördü ancak Ömer, Gençlerbirliği'nde hiç beklendiği gibi sezonlar geçirmedi. Malatya maçında herkese bırakın top bende diyerek başının üzerinden geçen topu izleyip Osterc'in boş kaleye yolladığı top veya Ankaraspor'un Brezilyalılarının en etkin olduğu yıllarda Wederson'un kullandığı korneri içeri alması benim izlediğim Gençlerbirliği'nin tarihindeki yediği en ilginç gollerdendir.

Nicolas "EL LOCO" Peric
 Damir, Ömer hatta Peric'e kadar uzanan dönemde ise değişimeyen tek kaleci Ulubatlı Gökhan oldu. Ancak kötü gidişatın başladığı yıllara tekabül eden bu zamanlarda hiç anlaşılmayan bir şekilde suçlu olarak görülen Gökhan Ankaraspor'a yollandı. Kalede ise Sakaryaspor'u tek başına 1. ligden süper lige çıkaran Recep Öztürk vardı. Taraftar Ankara'da ki play-off'larda izlemiş ve beğenmişti Recep'i. Aynı zamanda İlhan Cavcav'ın da damadı olan Recep ise belki de Gençlerbirliği tarihinin en çekingen kalecilerindendi. 6 pas tabir edilen bölgenin dışına çıkmamasıyla ünlü kalecimiz, en son bir şike soruşturmasıyla darbe yiyip gitti Gençlerbirliği'nden. Gerçi şike mevzusu sonradan ortaya çıktı ancak yapıldığı iddia edilen şike kendisinin forma giymediği İstanbul belediye maçı için ortaya atıldı.

Bu dönemde kısa dönemlerde iki kaleciden daha istediğini alamadı Gençlerbirliği. İlki "El Loco" yani çılgın lakaplı Şilili kaleci Peric idi. Aykırı futbolculara her daim sempati besleyen biri olarak, (taraftarımızın genel özelliği olduğuna da inanırım) Peric'te aykırı duruşuyla ve kalede bile olsa hırsıyla taraftarın sevgilisi oldu kısa süreli ancak uzaktan yediği akıl almaz goller ve boyunun kısalığı eleştiri konusu olunca yerine Sırp milli takımında da kalecilik yapan Bojan Isailovic geldi. Boyu posu yerinde olan bu kaleci gereksiz yere uçması ile komple aykırı bir kaleciydi belki ama hiç bir zaman beğenilmedi performansı.


Ah bir de gereksiz vakit geçirme huyundan vazgeçse.
Küme düşen Kocaeli'nin kalesini korurken 1-0 öne geçtikleri bir maçta daha 30. dakikadan skora yatma olarak tabir edilen zaman geçirme haraketiyle tepkimizi çekti Serdar Kulbilge. Kocaeli'nin küme düşmesinden sonra Gençlerbirliği forması giymeye başlayan, Ömer'den sonra diğer Milli takım görmüş kalecimizdi. Şu anda hala Serdar'ın kalemizi koruması aslında bu başarısız kalecilerle dolu kötü yıllarımızdan sonra iyi bir kaleci bulduğumuzu düşünmemizdi. UEFA'lı dönemin ardından düşüşe geçen ve küme düşmekten her sene kılpayı kurtulan takımın Thomas Doll ile birlikte gelen 10.luğun yani geçen sezonun da en iyilerindendi Serdar. Çok maçta bizi kurtardığından ve yeri gelip tek başına uğraştığını düşündüğümüz bir isim olarak bu blog'da fazlasıyla övgümüze mazhar olmuş bir isim kendisi. Ancak bu sezonun başlamasıyla tekrar kötü günlere yelken açan Gençlerbirliği'nde en çok tartışılan isim olmaya başladı. Öncelikle teknik direktörden aldığı taktikten mi bilinmez gereksiz zaman geçirme huyuyla en son Trabzon maçında olduğu gibi çok kez rakip taraftar ile birlikte ıslıkla protesto ettiğimiz bir isim oldu. Ardından ise geçen sezonu aratan ve çoğu maçta ruhsuz olması ve hatalı çıkışlarıyla eleştiri üstüne eleştiri yaptığımız bir isim olmaya başladı.

Taraftarlarımızın ortak görüşünü bende paylaşıyorum ve son dönemlerde çıkan transfer haberleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum bu performans düşüşünü. Galatasaray'ın istediği zaman yönetimimiz beklenmeyen bir dirayet göstermiş ve kendisini yollamamış, üstüne de kaptanlığı vererek onurlandırmıştı Serdar'ı. Ancak kendi açıklamalarında gitme sinyalleri verip en son olarakta devre arasında kaptanlığı bırakıp Cem Can'a devretmesiyle iyiden iyiye Gençlerbirliği ile bağlarını kafasında kopardığını göstermiş oldu.
Zidane tarafından onaylı kalecimiz Özkan Karabulut!

Son Trabzon maçında sakatlanıp yerini Ramazan Köse'ye bıraktığında, yediği ilginç gole rağmen Ramazan'a tribünden inanılmaz bir destek vardı. Benimde arasında bulunduğum bir grubun düşüncesi ise "Serdar gol yiyeceğine amatör veya hatalı Ramazan gibi gençlermiz yesin böyle golleri kendi evladımızdır deyip bağrımıza basarız". 

Altyapıdan çıkan oyuncularımızı görmekten mutluluk duyan taraftarlar olarak genel görüşümüz ise kaleyi altyapımızdan çıkmış bu gençlere bırakmak. Altyapıdan çıkan futbolcularımızı sahada görmek ve gelişimini takip etmeyi seven bir taraftar grubu olmamız hatalı da olsa, amatörce de olsa o gollerin Serdar yerine kendi kalecilerimiz tarafından yenmesi daha affedici de olmamızı sağlıyor açıkçası.


20 yaşındaki kalecimiz Ramazan Köse
"Neden Ramazan veya Özkan?" sorusuna en iyi cevap ise taraftarlarımızdan Orcan Yiğit'le Beer Bus'ta otururken yaptığımız konuşmada geçti. Orcan o gün Serdar'ı eleştirirken " A milli takım dışında alt yaş gruplarının hepsine kaleci gönderen bir kulüp Gençlerbirliği ve biz hala Serdar'dan medet umuyoruz" demişti. Haklıydı hem de çok haklıydı. Şener Özcan gibi U-17 şampiyonasında önemli başarılara imza atmış Milli Takımın kalecisini, Ercüment Kafkasyalı gibi ümit milli takımda forma giymiş kaleciyi Gençlerbirliği A takımında hiç göremeden gönderdik. 

Özkan Karabulut ise U-15'ten Ümit Milliye kadar her kategori de oynamış bir kalecimiz var. İyi kötü, bata-çıka bir şekilde tecrübe sahibi olacaktır kaleyi kendisine devrettiğimiz zaman. Kendisini Serdar'ın sakatlandığı Ankaragücü maçında kaleye geçerek kanıtlamıştı zaten Özkan'da, bir şekilde daha tescilli Özkan'ın kaleciliği.

Kendisi Danone Uluslar Kupası'nda Türkiye'nin kalesini korumuş ve "Turnuvanın En Değerli Kalecisi" ödülünü Zinedine Zidane gibi bir ismin elinden almış kaleci. Zidane ile olan resmi, turnuvada yaptığı bir kurtarışın resmi ve ödülü hala kulüp binasında sergilenmekte. Gençlerbirliği kültürünü bilen ve bizim evladımız olarak benimsediğimiz Özkan bu takımın, Ramazan gibi, Soner gibi geleceğidir. Açıkçası kaleyi ona devretmek ve Gençlerbirliği formasını doğru dürüst giymeden Gökhan Gönül gibi transfer olmasına müdahale etmek gerek diye düşünüyorum. Bu kaleci israfının önüne ancak bu şekilde geçeriz diye düşünmekteyim.

20 Mart 2011 Pazar

Gözünüze Dizinize Dursun!

 Şu maçtan zaten yenebileceğimize dair umudum yoktu da asıl beni Trabzon'un çirkefliği böyle dellendirdi. Şu 2 haftada bir yandan Fenerbahçe, bir yandan Trabzonspor itham edilmediğimiz suçlama kalmadı. Maçla ilgili bir şey söylemeye gerek duymuyorum. Fener'in uşağı hakemler diye bağıran Trabzonsporlular alın işte üstte attığınız gol. Aşağıda da buna göz yuman hakeminiz.
Sadece bununla bitse iyi 2-3 kere sizden çıkan topa verilen korner kararlarıyla Bülent Yıldırım, Mustafa Emre Eyisoy ve Cem Satman bizim için çalıştı bugün diyebiliyor musunuz? Fenerbahçe maçınızı yöneten bu adamı yerden yere vuruyordunuz hadi Gençlerbirliği'nin hakkını yedik diyebiliyor musunuz? Diyemezsiniz çünkü sizin içinde galibiyete, zafer giden yolda herşey mübah. Siz bütün çirkefliğinizle bize "o.. ç.." dersiniz, "bir avuç i..." dersiniz çünkü size yakışan bu. Bu kadar eziksiniz. Anadolu masallarına inanmıyoruz biz artık çünkü sizde sistem kölesisiniz ve üç İstanbullu'dan gram farkınız yok. 

Yenince Trabzon'dan, yenilince Fenerbahçe'den dünya küfür yedik. Serkan Çalık'a laf eden Fenerbahçeliler keşke izleseydiniz şu maçı da nasıl oynadığını görseydiniz Trabzonlu Serkan Çalık'ın ama sizin için önemi yok nasılsa ortalık malı biziz. Alınan satılan sadece bizim oyuncularımız. Bu ülkede oynanan futbola saygısı olmayan her takımdan nefret ediyorum. Bu tür suçlamalara sığınan zavallılara diyorum gözünüze dizinize dursun.

Yine filler tepişti ezilen biz olduk.

19 Mart 2011 Cumartesi

Bir De Rakı Şişesinde Balık Olsam!


Dünyanın parası verilip yapılan çok modern bir stadyum Türk Telekom Arena. Sizin, benim vergilerimle yapıldı. Tek kuruş para ödetilmedende Galatasaray'ın oldu. Hani farklı birşey beklemiyorduk zatende dün derbi de sahaya Galatasaray taraftarı tarafından rakı şişesi atıldı. Yabancı maddeye, çakmak, koltuk vs alışkındıkta artık yüzsüzlüğün dibine vuruldu.

Atana lafım bile yok, öyle modern bir stada o şişe nasıl girdi diye merak içindeyim asıl ben. Ülkemin başkenti Ankara'da vatandaş büfeden aldığı suyu, öğrenci kalemini stada sokamazken, pankartı filan geçtim oyuncusuna jest olsun diye farklı bir ülkenin bayrağını açamazken, o rakı şişesi o sahaya atıldı ya sanki benim kafama atıldı.

14 Mart 2011 Pazartesi

Doğum Günün Kutlu Olsun Gençler'im!


Cumhuriyet'ten ayca büyük Gençlerbirliği'min bugün 88. yaş günü. Nice 88 yıllara kırmızı-siyah renginle... Şampiyon olduğun günleride görmek nasip olur inşallah...

9 Mart 2011 Çarşamba

Zafere Giden Yolda Herşeyi Mübah Görenler!

Gençlerbirliği - Fenerbahçe maçı öylesine tartışılıyor ki gerekli gereksiz herkes maçın hakeminin kararları ve ortaya atılan iddialar üzerine yorum yapmış okuduğum kadarıyla gazetelerde. Bu tartışmaya girmezsem eksik kalırım gibi bir düşünceye sahip değilim inanın bu yazıyı yazarken. Ancak bütün bu tartışmaların ötesinde, yapılan hakem hataları tartışmalarının üstünü kapatmak ve kendini haklı göstermek uğruna Fenerbahçe sempatizanı spor yazarları veya bir şekilde spor yazdıranları Gençlerbirliği'mizin futbolcuları üzerine öyle bir bomba bırakmışlar ki bir iki kelam etmezsem çatlarım dedim.

Öncelikle kendi iddiamı ortaya atayım; Şu an yapılanlar Fenerbahçe'nin futbolcularımız üzerinden, oldu gibi gösterilip mesnetsiz iddialarıyla prim yapma ve şampiyonluk yolunda lobi faaliyetlerini güçlendirmekten başka birşey değildir. Bunları söylerken de başta dediğim gibi gerekli gereksiz herkes bu konuya dahil olduğu için şu açıklamayı yapmakta isterim; Fenerbahçe'ye karşı bir kinim ya da bu maç sonunda oluşan bir kuyruk acım yoktur. Bu iddialar hangi takım tarafından gündeme getirilse az sonra okuyacağınız şeyleri yazardım. Bunu yapan kendi takımım olsa yine yazacağımdan kimseninde şüphesi olmasın.

Ortaya atılan haber, maç sonunda futbolcularımızdan Hurşut Meriç, Serkan Çalık ve Aykut Demir'in sözde verdikleri röportajda "Bu maçı Trabzonspor için oynadık" dedikleri yönünde. Bu haber Fenerbahçe'nin en etkili taraftar topluluğu Genç Fenerbahçelilerin sitesinde gördüğüm alıntıya göre Star gazetesi muhabiri tarafından yazılmış. Fener sempatizanı bir kalem ya da telkinlerle böyle yazı yazması istenen bir kalem sanırım bu arkadaş. Bu iddiaların aslı astarı olsa küçük bir gazete küpüründen ibaret kalmaz, LigTV gibi yayıncı kuruluş tarafından gerçekleştirilen röportajlarla kanıtlanabilirdi. Bu haberlerin ortaya çıkması ve medyada geniş yer bulmasıyla, birkaç(?) işgüzar Fenerbahçe taraftarı tarafından şike suçlamaları da gerek twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde, gerekse tribündergi forumları gibi futbol paylaşım sitelerinde gündeme geldi. Kendi basınının uydurduğu habere çabucak inanan taraftarlar tarafından orda burda "26. Haftada Gençlerbirliği - Trabzon maçının sonucu belli oldu, bu futbolcuların hiç utanmaları yok" gibi hafiften başlayıp daha ağırlaşan sözleri şu an çoğu sitede açıkça yazıyor. Bu galeyanın sebebi şampiyonluk yolunda kendine herşeyi mübah gören insanların bir takım suçlamalarla insanları ve kulüpleri zan altında bırakıp kendilerine yol açmaktan başka birşey değil. 

Koskoca taraftar grubu, yeri gelip kalabalıklığından dem vurarak kendini Cumhuriyet ilan eden taraftar grubu Genç Fenerbahçelilerin internet sitesinde bu konuyla ilgili yapılan açıklamada "Serkan Çalık, Hurşut Meriç, Aykut Demir rengini belli etti", koskoca Gençlerbirliği kendi hakkını savunamıyormuş gibi "26. haftada ki Trabzon -Gençlerbirliği maçının skoru belli ki birileri Gençlerbirliği'nin hakkını savunmaya başlamış" gibi çirkin, araştırmadan yazılmış, objektif olmaları beklenmese bile insanların ekmeğiyle oynamaya gidecek kadar insanlık dışı açıklama yapmışlardır. Trabzon, Beşiktaş veya başka takımın Fenerbahçe ile husumeti beni ilgilendirmez hatta isterlerse birbirlerini yesinler umrumda değil lakin önce insan oldukları için futbolculara, sonra benim takımımı temsil eden futbolcular olduğu için kulübüme gelen bu suçlamalar yüzünden kendimi sorumlu hissediyor ve Fenerbahçeli taraftarları vicdana davet ediyorum!

Öncelikle www.sporx.com sitesinin haberinde futbolcularımız iddiaları içtenlikle ve kati suretle yalanlamışlardır. Rengini belli etti dediğiniz Hurşut Meriç aslen Kayserilidir, Trabzon ile ne gibi göbek bağı olabilir? Trabzonlu oyuncularımızdan Aykut Demir ise, oynadığı herhangi bir maçta tekmeye kafa atmaktan çekinmemiş, hata yapsa bile telafi etmek için canını dişine takmış bu yüzdende taraftarın sevgilisi olmuş bir isimdir. En üstteki resimde de canla başla Trabzon atağını kesmeye çalışırken çekilmiş fotosu vardır. Hazım konusunda çok değişik diye eleştirdiğim Fenerbahçe taraftarı ise beni hiç bir zaman yanıltmadı ama belki bir kaçı vicdana gelir diye soruyorum;

1- Gençlerbirliği ligde konumu itibariyle ateş hattındadır. Futbolcular kendi takımını düşünmeden, Trabzon için oynamaları sizce saçmalık değilse açıklamanız nedir?

2- Gençlerbirliği 26. haftada Trabzon'a maç satsa düşeceği hali göremeyecek kadar kör müsünüz?

3- Böyle durumlarda nedense hep sizden yana işlemesi gereken hak, hukuk, Gençlerbirliği bu maç yüzünden küme düşerse kimlerden sorulacak?

4- 26. haftada oynayacağımız Trabzon maçını kazanırsak, yüzünüz kızarmayacak mı? Bütün bunların üstüne bir de "helal olsun Gençlerbirliği'ne" demeye başlarsanız ki muhtemel senaryo onu göstermekte nerede kaldı samimiliğiniz, nerede kaldı futbol bilginiz, nerede kaldı futbol sevginiz?

Bütün bunları düşünmeden, bizleri figüran gibi kullanıp, yayın gelirlerini almasakta olur ayakları çekip gözü güç hırsıyla bürünmüş bütün taraftarlara gitsin bu yazı. Sadece Fenerbahçeliler değil o güce tapma esiri herhangi takımın herhangi taraftarı da üstüne alınabilir.

Yazı çok uzun yada avukat gibi konuşmuşsun sana mı kalmış gibi yorumları yapanlar için özet geçeyim;

"Siz şampiyon olacaksınız diye benim takımım küme düşerse, emek harcayan futbolcumuzun hakkını siz mi ödeyeceksiniz, Gençlerbirliği taraftarına, camiasına hesabını kim verecek bunun?"

Genç Fenerbahçelilerin resmi sitesinde yer alan yazı için tıklayın.

Sporx.com'da futbolcularımızdan gelen yalanlama haberi için tıklayın.

Günün gelişen spor haberlerinde gerekli gereksiz tartışmaya katılanları okumak için tıklayın. 

8 Mart 2011 Salı

Orhan Şam > Ercan Saatçi


Fenerbahçe  maçının ardından twitter'da yüzyüze tanışamasak bile benim için çok değerli olan blogger dostum Alper Kaya'nın yazısıyla gördüm olayı. Devşirme spor yazarı Ercan Saatçi ve çok sevdiği takımı Fenerbahçe'nin bizi 4-2 yendiği maçın ardından Hürriyet gazetesi için kaleme aldığı yazısı umrumda bile değildi ancak klasik Fenerbahçe hazımsızlığı kendisinde epey bir olacak ki Orhan Şam'a sallamış inceden.

Doping yaptığı öne sürülen ancak daha sonra hakkını arayarak aklanan futbolcumuza yazısında yaptığı TOP 5 köşesinde aynen şunu demiş ;

 "Haksızlığa uğrayan ve uğradığıyla kalan Orhan’ın müthiş golü."


Hazımsızlık diyorum çünkü çok sevdiği Fenerbahçe'sinin bayan basketbol takımı oyuncusu Taurasi'yi geri getirememenin acısı var. Bu yorumda ne var diyenler muhakkak olacaktır ancak Orhan'ı tanıyamayan birinin böyle bir laf etmeden (iyi yada kötü) durup düşünmesi gerekir.


Orhan, Taurasi gibi kaçmadı, mücadele verdi ve aklandı. Oynadığı 2 lig maçında da fileleri havalandırdı. Hırslı döndü, kendisini yeşil sahalardan uzaklaştıranlara en cevabı da sahada veriyor.


Aziz Yıldırım, o çok sevdiğiniz başkanınız Taurasi'yi döndüremedi ve aklandığıyla kalan Taurasi oldu, Fenerbahçe oldu. Şimdi soruyorum sana Ercan Saatçi ;


"Lugano'nun akıl dolu kafa golü dediğin gol buz gibi ofsayt bunu nasıl hazmedebiliyorsun?"


"Gençlerbirliği'ni, Orhan Şam'ı kaç kere izledin ki yorum yapabiliyorsun?"


Ercan Saatçi'nin objektif(!) maç yazısı linkidir bu da;  http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17209460.asp?yazarid=84&gid=377

7 Mart 2011 Pazartesi

Kendi Yolumuza Taş Koydun Zumdick!

Çarşamba günü kupadan turlayarak geldik, yoğun yağış altında, yüksek tempoda oynayan ve şampiyonluk mücadelesi veren Fenerbahçe'yi sahamızda ağırladık. Şartlar zor ve bütün bunların üzerine maçın ilk 20 dakikasında 2-0 yenik duruma düşmek hiç bir takım için kolay değil. Bu şartlardan kurtulmayı becerecek oyunu oynamaya başladığınızda eğer taktik değişimine gidiyorsanız suçlu teknik direktörden başkası değil diye düşünüyorum.

Maçın henüz başında Lugano'nun golü ofsayt apaçık ama hakem golü veriyor. Yeterince moral bozucu ve ardında penaltı kararı ile 2-0 yenik duruma düşüyorsunuz ve penaltı kararı da bir o kadar tartışmalı. Herşeye rağmen daha bu dakikalarda teknik direktör hatası açıkça ortada. Nasıl mı? ;

Diyelim Lugano'nun golü ofsayt değil, penaltı kararı da doğru. Hadi penaltı da Mehmet Güven'in verdiği pas hatalı ondanda teknik direktöre suç bulmaktan vazgeçelim. Lugano'nun golünde top ceza sahasında havalanıyor ve topa kafa vursun diye koyduğunuz defans Burak o topa kafa vuramıyor ve bu özelliği yeni bir şey değil herkesçe biliniyor. Burak Özsaraç, Gençlerbirliği'ne geldiğinden beri gösterdi ki ağır bir futbolcu ve hava toplarında da yetersiz, teknik direktör Zumdick ise hava toplarında Lugano, yerden ise çok hızlı gidebilen Niang gibi iki futbolcuya karşı bu isimle başlıyor. Kadro yetersiz, rotasyonda adam yok desen olmaz Zumdick, en kötü hava toplarını alması için Kulusiç var onu dene bari. Burak Özsaraç ile çok fazla ilerleme kaydedemezsin takıma baştan zarar veriyorsun.

Neyse hatasını kapatabilecek oyuncularımız var ki hepsi de hırslı, nitekim Orhan ve Hurşut ile beraberliği yakalıyoruz. İkinci yarı başlıyor, zemin iyice karla kaplanmış. Fenerbahçe'nin beklerini sabahtan beri felç etmişsin golleri bu sayede bulmuşsun, uzaktan şutların zorluyor, 2 topun direkten dönmüş. Zumdick öyle bir değişikliğe gidiyor ki Serkan Çalık yani bir kanat oyuncusu çıkıyor, yerine yavaş mı yavaş orta saha Jedinak giriyor. Anlamı çok basit "ben beraberliğe yatacağım" diyorsun. Üstelik hala Niang gibi hızlı, Alex gibi teknik bir adam oyundayken, özelliksiz bir adam oyuna alıyorsun. Faturası 2 gol ve sahanda 4-2'lik mağlubiyet. Sonradan Zec'i oyuna alıp Oktay'ı çıkarmak ve eski taktiğe dönmenin manası olmadığını da görüyorsun. Halbuki Zec oyuna girdikten sonra direkten dönen üçüncü top sana en başında madem Serkan'ı alacaksın oyundan Zec'i ilk başta sok oyuna diye anlatıyor açık açık. Bekleri bu kadar açık verirken yaptığın bu hata daha da pahalıya patlar işte böyle. Azofeifa'yı, Oktay'ı oyundan düşürdükten sonra Zec değil Messi gelse zor kurtarır bu maçı.

Sonuç olarak takımın oyunu ve hırsından, yolumuza göz göre göre taş koyan Zumdick'in ikinci yarıda ki taktik değişikliğine kadar çok memnun olduğumu söyleyebilirim. Özellikle Mustafa Pektemek ve Orhan oynayamadıkları günlerin acısını çıkara çıkara oynuyorlar. Aykut ve tam olmasa da Hurşut'un geri dönüşleri yüzümüzü güldüren bir diğer durum. Murat Kalkan'ın olmadığı bir maçta onun yerine oynayan Mehmet Güven'de hatalı pası dışında Murat'tan daha iyiydi.

Direnci çok çabuk kırılan bir takım olarak "2-0'dan 2-2'ye getireceğiz bu maçı" diyene inanmazdım ama bu sefer takım değil dinamiti teknik direktör Ralf Zumdick altımıza yerleştirdi. Bu takımın küme düşeceğine dair endişelerim yavaş yavaş kaybolsa da, teknik direktörün bizi daha da kötüye sürüklemesi konusunda endişelerim kat be kat artmakta. Takımın şu an ki işleyişine daha kötü bir etkisi olur mu tahmin edemiyorum çok net ama gönlüm kesinlikle teknik direktör değişikliğinden yana. Biraz kaliteli bir hoca ile bu takım ligde de kalır, kupayı da alır.

4 Mart 2011 Cuma

Güzel Futbol!

www.gencler.org sitesinin yaratıcısı Mehmet Ali Çetinkaya'nın blogunda gördüm bu videoyu. Ankara derbisinde stadyum boşaltılırken kurallar gereği bekletilen Gençlerbirliği taraftarları görüntülemişler. 3 Ankaragüçlü daha 7-8 yaşlarında ufaklıklar sahaya dalıyorlar ve o yaşlarda futbolun en güzel oynandığı nesne olan pet şişe ile birbirlerine penaltı atıyorlar. Güvenlik güçlerinin saha dışına almaya çalıştığı çocuklara en güzel destekte Gençlerbirliği tribününden geliyor yine...

Hikayesini okumak için ; http://www.mehmetalicetinkaya.com/2011/02/karhanede-romantizm-cocuklara-ozgurluk/

1 Mart 2011 Salı

#blogumadokunma !


Digitürk korsan maç yayınları nedeniyle blogspot'a yasak getiriyor. Adamlar para kazanacak diye korsan yayın yapan taş çatlasa 10 - 15 site yerine bütün blogspot'a yasak getiriyor. Yani 3 çürük ağaç için orman yakıyorlar. Blog okumayı sevenler, blog yazarları tepkisiz kalmasın özgürlüklerimiz elimizden alınmasın.
Related Posts with Thumbnails
Bu blog BloggerV.com üyesidir.

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Bu Blogda Ara